Genel

Akıllı telefon bağımlılığı bizi hasta ediyor. Bazı ülkeler çocukları korumak için harekete geçti bile!

Bir zamanlar sadece iletişim aracıydı.
Bugün akıllı telefonlar; cüzdanımız, ajandamız, gazetemiz, dostumuz, hatta sessiz sığınağımız.
Ama artık şu soruyu sormadan geçemiyoruz:
Teknoloji bize mi hizmet ediyor, yoksa biz ona mı teslim olduk?

2024 itibarıyla dünyada 4,5 milyar akıllı telefon var.
Filipinler günde ortalama 5 saat 21 dakika ile başı çekiyor; Brezilya ve Güney Afrika hemen ardından geliyor. ABD’de de tablo benzer: 5 saat 16 dakika.
Bu süreler sadece teknoloji kullanımını değil, insan yaşamının yeni ritmini de anlatıyor.
Artık günümüzün beşte biri, küçük bir ekrana bakarak geçiyor.

Bu tablo bana hep aynı düşünceyi hatırlatıyor:
Teknoloji bizi bir yandan birbirine bağlıyor, ama diğer yandan kendimizden uzaklaştırıyor.
Sanki dünya küçülürken, içsel mesafeler büyüyor.

Ekran süresi uzadıkça, bir şeyler eksiliyor.
Uyku kalitesi, odaklanma süresi, hatta sabrımız.
Görme bozukluklarından uykusuzluğa kadar birçok sorun artık neredeyse “normalleşti.”
Ama en sessiz kayıp, dikkat. Dikkatimizi toplamak, bir düşünceye uzun süre odaklanmak giderek zorlaşıyor.
Kısacası, bilgiye erişim kolaylaştı ama düşünme süresi kısaldı.

Bu yüzden birçok ülke artık dijital dengeyi yeniden tanımlamaya çalışıyor.
Finlandiya 2025’te okullarda telefonu sınırladı.
Fransa, İtalya, Hollanda ve Çin aynı yolu izliyor.
Güney Kore 2026’da katılacak.
Avustralya ve Norveç, gençleri korumak için sosyal medya yaş sınırı getirdi. Danimarka yolda…
Her biri, aynı gerçeğin etrafında dönüyor:
Erişim kadar korunmaya da ihtiyacımız var.

Japonya’da ortalama telefon kullanımı haftada 20 saat civarında.
İlk bakışta makul görünüyor, ama ülke çapında “akıllı telefon bağımlılığı” bir toplumsal meseleye dönüşmüş durumda.
Birçok genç, özellikle lise ve üniversite çağındakiler, artık cihazlarını kontrol etmekte zorlanıyor.
Araştırmalara göre lise öğrencilerinin %10’u, üniversite öğrencilerinin ise %25’i bu durumdan etkileniyor.

Benim dikkatimi çeken ise başka bir şey:
Telefonu daha çok kullananların yalnızlık hissinin de artması.
Sürekli bağlantı halinde olmak, bir noktadan sonra gerçek bağların yerini alıyor.
Bir mesaj, bir bildirim ya da bir “like” artık duygusal temasın yerine geçiyor.
Ama aslında kimse kimseyle “bağlantıda” değil; sadece herkes kendi sessizliğini bastırıyor.

Aichi bölgesindeki Toyoake kenti, bu gidişatı fark edip 2025’te Japonya’nın ilk “akıllı telefon rehberi yasası”nı çıkardı.
Yasa, çocuklar dahil tüm vatandaşlara akşamları en fazla iki saat ekran süresi öneriyor.
İlkokul öğrencilerinin saat 21.00’de, ortaokul ve lise öğrencilerinin ise 22.00’de telefonu bırakması tavsiye ediliyor.

Belediye Başkanı Masafumi Koki, bu kararın “okula gitmek istemeyen, dışarı çıkmaktan korkan çocukların ailelerinden gelen çağrılar” üzerine alındığını söylüyor.
Yasa cezai yaptırım içermiyor, ama bence bu daha da anlamlı: Çünkü amaç, yasak koymak değil; farkındalık yaratmak.
Bu tür girişimler, “dijital yaşamda özgürlük” kavramını yeniden düşünmemiz gerektiğini hatırlatıyor.

Haziran 2025’te Tokyo’da çok ilginç bir merkez açıldı: “Akıllı telefon demansı” kliniği.
Evet, yanlış okumadınız.
Bu klinikte, aşırı bilgi bombardımanına maruz kalan beynin “işlem kapasitesi” düşüyor.
Sonuç: unutkanlık, konsantrasyon kaybı, dalgınlık ve geçici bunama benzeri belirtiler.Klinik şu anda günde 10 kadar hasta kabul ediyor; çoğu 30’lu yaşlarında.
Bu da gösteriyor ki dijital bağımlılık sadece gençlerin değil, yetişkinlerin de sessiz bir krizi.
Doktorlar bireylerle yaşam alışkanlıklarını konuşuyor, gerekirse ilaç tedavisine başlıyor.
Ama en etkili “ilaç” hâlâ aynı: ekrandan uzak kalmak.Japonya’nın sağlık merkezleri açılırken, Avrupa’da da farklı bir arayış var.

İsveç, “ekransız eğitim” modeline geri dönüyor.
Öğretmenler derslerde artık basılı kitaplara, sessiz okuma saatlerine ve el yazısına daha fazla yer veriyor.
Tabletler ve online araştırmalar ikinci planda.Politikacılar, çocukların temel akademik becerilerinde düşüş yaşandığını söylüyor.
Karolinska Enstitüsü’nün açıklaması çok net:
“Bilimsel veriler, dijital araçların öğrenmeyi geliştirmekten çok engellediğini gösteriyor.”

UNESCO da yakın zamanda benzer bir uyarı yaptı:
Eğitimde teknolojiyle denge kurulmalı, öğretmen-öğrenci ilişkisi kaybolmamalı.

Dünya Ekonomik Forumu’nun yeni raporu “The Intervention Journey”, dijital bağımlılığın artık yalnızca bireysel bir mesele olmadığını söylüyor.
Benim için bu raporun en önemli mesajı şu:
Teknolojiyi yasaklayarak değil, anlamlandırarak denge kurabiliriz.

Dijital araçlar yaşamı kolaylaştırıyor ama bu kolaylık, insan olmanın temel niteliklerini — dikkat, sabır, empati — fark etmeden törpülüyor.
Bence artık mesele, ne kadar bağlı olduğumuz değil; neye bağlandığımız.Japonya’dan İsveç’e kadar uzanan bu tablo, dijital çağda “insanı merkeze alan” politikaların önemini gösteriyor.
Bu adımlar, devletlerin ya da şirketlerin değil, toplumun kendini koruma refleksi.
Çünkü yenilik ve refah aslında birbirine rakip değil.
Doğru denge kurulduğunda birbirini tamamlıyorlar.

Teknolojiyi dışlamak değil mesele.
Asıl mesele, onu hayatımıza misafir etmek ama evin sahibi yapmamak.


Tags
Show More

suleguner

Yapay zeka ve robotik konularında uzman, İstanbul merkezli gazeteciyim. Sadece bu iki alanda yazan tek Türk gazeteci-yazarım. Aralarında Türkiye’nin en çok satan ekonomi dergisi ve bir İngilizce gazetenin de bulunduğu Türk medyasına ait yayınlara yazıyorum. Türkiye'nin kamuoyuna açık ilk yapay zeka ve robotik anketini 2018'de gerçekleştirerek, insanların bu iki kavrama nasıl baktığını inceledim. Detaylarını site de bulabileceğiniz "beyaz yakalı ve lisans-yüksek lisans üstü öğrencilerden" oluşan iki grupla yaptığımız anket sonuçlarında öne çıkan iki veriyi aktarmam gerekirse, yapay zeka öğrencileri çalışanlardan daha çok korkuyor. Beyaz yakalılar ise robotlardan gençlere göre daha az korkuyor. Türkiye genelinde yapılan ankete göre yapay zekanın hayatımıza giderek daha çok dahil olması veya robotların iş ve özel hayatımızda yer almaya başlaması genel anlamda bizi endişelendirmiyor. Ankete katılımcıların "İnsan zekası mı, yapay zeka mı?" sorusuna cevabıysa, "insan zekası" şeklinde olmuş. Kamuoyu araştırmalarıma her yıl devam ederek Türk halkının teknolojiyle olan ilişkisinin nabzını ölçmeyi amaçlıyorum. Teknolojiden korkulmaması gerektiğini, insanın yararına ve doğru bir şekilde kullanıldığında hayata önemli katkılarda bulunduğuna inanıyorum. Ayrıca teknolojiyle birlikte değişen hayatı iyi anlamamız gerektiğini, hayatımızdaki değişiklikleri iyi analiz etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bir gazeteci-yazar olarak teknolojinin insan hayatı için çizdiği vizyonu anlatmaya, konuşmalarımda insanları yakında nasıl bir dünyanın beklediğine ilişkin bir resim çizmeye çalışıyorum. Gazetecilik kariyerimde yönümü teknolojiye çevirmeden önce bazı Türk basın yayın kuruluşlarının yanısıra, ANSA İtalyan Haber Ajansı'nın Türkiye muhabirliği görevlerinde bulundum. Kariyerim boyunca pek çok ülkeyi gezerek sosyal ve teknoloji içerikli yazılar yazdım. Bu ülkeler içinde aklıma en çok yer eden Ekvador, Küba, Sudan ve Güney Kore oldu. İngilizcenin dışında İtalyancayı profesyonel iş yaşamımda kullanabiliyorum. Fitness ile ilgileniyorum ve bir sağlıklı yaşam bloğum var. Aynı zamanda amatör bir DJ’im.

Benzer İçerikler

Close
Close